"Araba Sevdası"nın yazarı Recaizade Mahmut Ekrem 31 Ocak 1914 tarihinde öldü.
Cenazesi iki gün boyunca evde bekletildi.
Kalpten ölen Recaizade'nin dirilebileceğini umut ediyordu zevcesi Hanımefendi.
Çünkü daha önce kalbi durarak ölen bazı kişilerin kalplerinin yeniden çalıştığını işitmişti.
İki gün sonra umudu kesilince cenazenin kaldırılmasına karar verildi.
İstanbul o güne dek pek görülmemiş bir cenaze törenine tanık oluyordu.
Harbiye Mektebi Müdürü Naci Paşa'nın başında bulunduğu askeri öğrenciler, üstadın tabutunu taşımaya gelmişlerdi.
Önce cenazenin Türbe'ye gömülmesi iradesi çıktı Saray'dan.
Sonra bundan vazgeçildi; çünkü merhumun vasiyeti vardı:
Küçüksu'da mezarı bulunan oğlu Nijad'ın yanına gömülmek istemişti.
Cenaze, Harbiyelilerin omuzlarında Ayasofya'ya taşındı.
Ardı sıra bir insan denizi dalgalanarak yürüyordu.
Ayasofya çevresinde iğne atılsa yere düşmezdi kalabalıktan.
O kalabalıkta bir kadın, eski Adliye Sarayı'nın orada çökmüş, sesli sesli ağlıyordu. Kadını tanıyan yoktu.
Aileden biri kadına sokularak neden ağladığını sordu.
Meşrutiyet'ten sonra Evkaf Nazırı olan Ekrem Bey, önceki dönemde Saray'ın keyfine göre bol keseden dağıttığı vakıf mallarını geri almak istemişti.
Zeyrek'te oturan bu kadının evi de vakıf malıydı ve ücretsiz tahsis edilmişti.
O bir şehit eşiydi.
Evinden atılırsa ortada kalacaktı.
Bu durumu öğrenen Evkaf Nazırı Ekrem Bey, kadını evinden çıkarmak yerine, onun adına kira bedelini kendi aylığından ödeme kararı almış ve ölünceye kadar da düzenli olarak ödeyegelmişti.
İKİNCİ YAZI
KÖMÜR KARASI
Süleyman Nazif, Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru geçim sıkıntısı içine düşmüş; kömür ticareti yapmaya başlamıştı.
O sırada Nişantaşı tarafında oturuyordu.
Sonradan üstadın oturduğu sokağa, adı verilecekti.
Arkadaşları, Süleyman Nazif'in evine uğrayarak, kömürcülük yapmasını ona yakıştıramadıklarını söylediler.
Mütareke zamanıydı.
Ekmek aslanın ağzındaydı.
Halk fakru zarurete düşmüştü.
Süleyman Nazif çaresiz kalmasa, elbette bu işe gönül indirmezdi.
Kendisini kınayan arkadaşlarına karşı şu sözlerle savunma yapıyordu:
"Bu harpten birçoğunun yüzü kara çıkacak nasılsa... Benimki yalnızca kömür karası. Kalıcı bir leke değil. Suyla sabunla çıkıveriyor..."