Ne kadar tecrübeli olursanız olun, her yeni başlangıç bu meslekte yepyeni bir heyecandır. İlk yazıyla başladığım bu yeni heyecana vesile olan SAMİMİ HABER İmtiyaz sahibi Sayın Memet Aca ve SAMİMİ HABER ekibine şükranlarımı sunuyorum.

***

34. yılı bitiriyorum meslekte…
Her ne kadar basın sigorta girişim 1/12/1992 olsa da 1991’in Haziran’ında daha öğrenciliğimin (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi) ikinci yılında fiilen başlamıştım mesleğe. Bu süre zarfında 28 Şubat’ın en azgın yüzüne tanık oldum.
Davul zurna ile uğurlanıp ay yıldızlı bayrağa sarılı gelen tabutlarla kucaklanan kınalı kuzuların annelerinin, başlarındaki örtüden dolayı heyecanla geldikleri yemin töreni için kışla kapılarından yaka paça atılışlarını gördüm.
“Geri dönülmez” diye bilinen Güneydoğu görevi çıkınca bu vatanın bölünmez bütünlüğü için şehadete gözünü kırpmadan bir de heyecanla koşan subay ve astsubayların anneleri ve eşlerinin başı örtülü diye soruşturmaya tabi tutuldukları hatta ihraç edildikleri zulümleri gördüm.
İkna odalarına doldurulup başları zorla açılmak istenen, başlarını açmayanların kolluk zoruyla sürüklene sürüklene üniversite kampüslerinden atıldığına tanık oldum.
Milyonlarca gencin gelecek umutlarının inançlarından dolayı gasp edilmesine yasal zemin hazırlayan yönetmelikleri, MGK kararlarını haber yaptım içim kan ağlaya ağlaya.
Bütün bu baskı ve zulmün nirvanası da Sincan’da yürütülen tanklar oldu.
Bir kere daha millet iradesi üzerinden tank paletleri geçirildi.
Yapılan, inanç ve kültüre dayalı bir kitlesel soykırımdı.
Bu soykırım karşısında gösterilen en sert tepki, demokratik bir hak olan yürüyüş ve oturma eylemleriydi. O da ses duyurulduktan sonra sükûnet içerisinde bitirildi.
İstisnasız tüm eylemcilerin ortak hassasiyeti; kamu malına zarar vermemek, kollukla çatışmamak ve devlet otoritesine acze düşürecek görüntülere sebebiyet vermemek…
Üstelik bu hassasiyeti gösteren kitle, devlet tarafından ötekileştirilen, başkalaştırılan ve dahi potansiyel tehdit görülen kitlenin de ta kendisiydi.
Sandığa yansıyan iradeleri okuduğu bir şiir yüzünden cezaevine atıldığında, siyasi yasak getirildiğinde bile sükûnet çağrıları ön plana çıktı, yargı kararına saygı gösterildi, tek bir taşkınlığa sebebiyet verilmedi.

***

O badireler, o acı hatıralar bundan 23 yıl önce bugüne kadar sürecek AK Parti hükümetlerini getirdi.
O gün o zulümleri alkışlayanlar, 23 yıldan bu yana muhalefetler ama açık söylemek gerekirse AK Parti hükümet etse de iktidarda değil ve olamadı da…
Yargıda, bürokraside, medyada, kültür-sanatta hegemonya hala o zulümleri alkışlayanların elinde.
Öyle ki; 23 yılın sonunda bir sabah kalktığımızda 17/25 türü bir jüristokratik darbe girişimiyle karşı karşıya kalmayacağımızın garantisi yok.
Aynı şekilde üst düzey bürokraside bilhassa 2013’ten beri muhalif bloğa yakın pozisyon alanların sayısı devlet ve vatandaş arasında özenle kurulan gönül köprülerini tek bir hamle ile yerle yeksan edecek seviyede -ki sarsmaya da başladılar- uzun süreden beri. Ve ilginçtir; yeni bir bürokratik oligarşi tesis eden bu kitle en el üstünde tutulan kitle.

***

Sadece dönemsel bir örnek olarak yukarıda ana aktardığım 28 Şubat sürecinde soykırıma tabi tutulanlar, bizzat devlet nazarında potansiyel tehdit kabul edilenler hiçbir eylemlerinde devlete devletin kolluk gücüne ve kamu malına zarar vermez, bu yönde en üst seviyede hassasiyet gösterirken, kendini bu devletin sahibi görenlerin milyarlarca liralık yolsuzluk ve hırsızlık iddialarıyla tutuklananlar için sokakları ateşe vermesi ibretlik.
İster istemez bu ülkede bu kitlesel akıl tutulması nasıl inşa edildi diye soruyor insan.
Bir siyasi parti ve arkasında sıralanan küçük muhalefetin, 100’e yakın tanık ve itirafçının beyanlarıyla, yüzlerce sayfadan oluşan bilgi ve belgeyle sabit olduğu görülen yolsuzluğu, hırsızlığı bu denli savunmasını, bu uğurda gençleri sokağa döküp polisle çatıştırmasını, ülke ekonomisine milyarlarca dolarlık ağır yük getirmesini izah edebilmenin ne sosyolojik ne psikolojik öğretilerde karşılığı var.
23 yılın sonunda muhalif bloğun bütün umudunu diplomasından Belediye Başkanlık görevi sırasındaki iş ve işlemlerine, yaşamının neredeyse tamamı şaibeli hatta hukuka açık ve alenen aykırı eylemlerle dolu birine bağlaması, toplumda böyle bir profilin önüne set olacak hatırı sayılır bir kitlenin varlığı, bu ülkenin terör ve doğurganlık oranından sonraki en büyük beka tehdididir.
Tavsiyem o ki; hükümet, bütün enerjisini sözünü ettiğim hiçbir kutsalı olmayan, yolsuzluk ve hırsızlıklar karşısında adeta canlı kalkan olan bu kitlenin ıslahı ve “tımarına” harcamalıdır.