Yanılmıyorsam Sırrı Süreyya Önder’le Sinan Çetin’in Cihangir’deki stüdyo evinde tanıştım.
Yanında o dönemin “liberal aydın” diye bilinen çevresinden tanınmış insanlar vardı.
Ergenekon davalarının başladığı günlerdi ve ben de Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olduğum için doğal olarak o liberal grubun hedef tahtasıydım.
Daha salona girerken parmaklar bana dönmüştü.
Bana kızsalar da aynı dünyanın insanlarıydık
Ama bana kızsalar da hepimiz aynı dünyanın insanlarıydık.
Sırrı Süreyya hakkındaki ilk izlenimim olumluydu.
Zaten onu tanıyan bir insanın hakkında olumsuz izlenim alması mümkün değildi.
Benim onun hakkındaki izlenimlerim hep iyiydi ama liberal arkadaşlarımın ve HDP çevresindekilerin benim hakkımdaki izlenimleri o kadar olumlu değildi.
Oysa en az onlar kadar demokrasiyi savunuyordum.
Sabah haberi alınca Sinan Çetin’i aradım
Önceki gece hastaneye kaldırıldığını dün sabah uyandığımda öğrendim.
İlk işim onun en iyi arkadaşı olan Sinan Çetin’i aramak oldu.
Biraz şaşkınlık ve fazlasıyla panik halindeydi.
“Biz kanserdi, kalp kriziydi endişesindeydik. Aorttan böyle bir şey başına geleceğini düşünemiyorduk” dedi.
"Pankreas kanserini yendik, aorttan mı korkacağız?"
Kendisi de düşünemiyordu.
“Biz kanseri yendik, aorttan mı korkacağız?” diyormuş.
İnşallah bunu da atlatacak.
Atlatması lazım çünkü ona en çok ihtiyacımız olan günler bunlar.
Bir ameliyat gecesinde onu ne kadar sevdiğimizi anladık
Dünden beri onunla ilgili açıklamaları okuyorum.
Siyasi yelpazenin en sağından en soluna kadar hemen herkes onu ne kadar önemsediğini samimi ifadelerle açıklıyorlar.
Ama dikkat, sadece önemseme değil bu.
Aynı zamanda da derin bir sevgi ve sempati var açıklamalarda.
Farkında olarak veya olmayarak sevmişiz Sırrı Süreyya’yı.
Eleştirsek de sevmişiz.
Hem de çok sevmişiz.
Barış sürecinin bu noktaya gelmesinde rolü çok büyük
Tabii bir de şu var.
Devlet Bahçeli’nin hepimizi şaşırtan açılımıyla başlayan şu yeni süreçte onun oynadığı rolü çok iyi anladık.
Ben dahil birçok insan bu süreçte onun öteki siyasi tutuklularla ilgili tavır almamasına itiraz ettik.
Ama hepimizin kabul ettiği bir şey var.
Bu sürecin şu noktaya gelmesinde onun o sempatik arabuluculuğunun çok önemli rolü oldu.
Tek adam dönemlerinde tek bireyler de kuvvetli
Şu an hayat mücadelesi veriyor.
Onun etrafında oluşan birlik haresi sizi bilmem ama bana şunu bir kere daha öğretti:
“Bazen bir tek kişi çok önemlidir. Binlerce insanın yapamadığını yapar bir tek kişi bazen.”
Hele hele “tek adamların” mutlak iktidar olduğu, toplumların kaderlerinin bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştığı anomi hallerinde, bir tek birey tarihi işler başarabilir.
Sırrı Süreyya bir gecede öğretti bize bunu.
Şu süreçte birinci adım Devlet Bahçeli'ninki idiyse…
İkinci adım onunkiydi.
Daha doğrusu onun olağanüstü ilişki kabiliyeti, bütün eleştirilere karşı tek başına yürüyebilme cesareti ve gücüydü.
Galiba o ağırlığın bedelini, bedeni ile ödemek zorunda kaldı.
Seçilmiş bir birey çok önemliyse, seçilmiş bir bireye yapılan zulüm de çok önemlidir
Ama o hastanede hayat mücadelesi verirken bize aynı zamanda şunu da anlatıyor:
Eğer seçimle parlamentoya gelmiş bir birey, toplumun yarım asırlık meselenin çözümünde tek başına büyük işler başarabilecek kadar önemliyse…
Seçimle o ülkenin nüfusunun yüzde 20’sinin yaşadığı bir şehrin başına seçilmiş bir bireye yapılan vicdansızlık, haksızlık, gaddarlık da o kadar önemlidir.
Darbeler komisyonunda beni en çok zorlayan milletvekili
2012-13 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Darbeler Komisyonu'nu dinlemek üzere beni de çağırdı.
Gidip o komisyonun sorularına cevap verdim.
O komisyonun üyelerinden biri Sırrı Süreyya Önder’di.
O komisyonda beni en zorlayan milletvekili oydu.
En sert soruları o sordu.
O komisyon raporunu yayınladı.
Bence herkesin okuması gereken bir rapordur o.
O komisyonda bana sorulan 2 soru 12 yıl sonra ne oldu?
O komisyonda bana en çok sorulan 2 soru Hürriyet’in 2 manşetiydi.
Biri 28 Şubat’ta Genelkurmay’da verilen brifingde, görevli subayın İç Hizmet Kanun’daki “Askerlerin gerektiğinde silah kullanma yetkisini hatırlatması” ile ilgili manşetti.
Öteki ise o dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’a verilen hapis cezasından sonra kullandığımız “Muhtar bile olamaz” başlığı.
Sinan Çetin’in evindeki liberal grubun demokrasi anlayışı
Sinan Çetin’in evindeki liberal arkadaş grubum bütün 1980, 1990 ve 2010’lu yıllarda Türkiye’nin tek meselesinin “askeri vesayet” ve “Kürt meselesi” olduğuna inandılar.
Demokrasiden anladıkları tek şey buydu.
Mücadele ve yazıları hep bu 2 tema üzerinde yoğunlaştı.
Hiçbirinin aklına bu ülkenin başına seçilmiş sivillerden bir tehlike geleceği düşüncesi yoktu.
Sırrı Süreyya hastanedeyken aklıma gelen vesayet sorusu
Darbeler Komisyonu raporunun üzerinden 12 yıl geçti.
Dün Sırrı Süreyya hastanedeyken Darbeler Komisyonu'nda bana sorulan 2 soruyu hatırlarım.
Bir gün bu ülkede yargı darbeleri ile ilgili komisyonlar da kurulursa, benim de şu soruları sorma hakkımın doğduğuna karar verdim.
Acaba hanginizin aklına ülkemizle ilgili demokrasi hayallerinizi bir askeri vesayetin değil de sivil vesayetin yıkacağı gelirdi?
27 yıl önceki o 2 manşeti bugün olsa nasıl atardınız?
Bir de şu…
O gün bana sorulan 2 sorunun bugün ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü?
Askerlerin seçilmiş siyasetçilere “Gerekirse silah kullanırız” demesiyle, sivillerin seçilmiş belediye başkanlarına “Gerekirse yargı silahını kullanırız” demeleri arasında bir fark var mı sizce?
Ya “Muhtar bile olamaz” sözü?
Askeri vesayet döneminde seçilmiş İstanbul Belediye Başkanı'na verilen ceza için “Muhtar bile olamaz” demekle, sivil yargı vesayetinde yine bir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na verilen ceza için “Muhtar bile olamaz” demek arasında ne fark var?
Birinin askeri ötekinin sivil olması bu cümlenin manasını değiştiriyor mu?
Bugün hepimiz Çetin Altan’ın vasiyet cümlesinde buluştuk
Sinan Çetin’in evindeki o buluşmadan bu yana 15 yıl geçti.
O arkadaş grubu ile hala zaman zaman buluşuyoruz.
Artık hepimizin içinde rahmetli Çetin Altan’ın o vasiyet cümlesi var:
“Hayal ettiğimiz ülke bu değildi…”
Meğer o askeri vesayetin 2.0 sivil sürümü de varmış
Ne hazindir ki aradan geçen o 15 yıl, bize şunu çok acı tecrübelerle öğretti.
Meğer o şikayet ettiğimiz askeri vesayet zihniyetinin 2.0 sivil sürümü de varmış.
Askeri vesayet döneminde İstanbul’un yüzde 26 ile seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı tutuksuz yargılanıp, 3.5 ay hapis yatıyordu.
Bugün sivil yargı vesayeti döneminde aynı İstanbul’un yüzde 52 ile seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı, sabahın köründe 20 polis aracı ile evinden alınıyor, ve daha hakkında doğru dürüst bir iddianame yokken tutuklanıyor ve ne kadar tutuklu kalacağı meçhul, ailesinin mal varlığına bile el konuyor.
Eminim dünden beri Sırrı Süreyya için Silivri’de de dua eden çok insan var
Bugün hastanede hayat mücadelesi veren Sırrı Süreyya, 7 yıldır içerde yatan Osman Kavala’nın arkadaşıydı.
İçerde yıllardır yatan Selahattin Demirtaş’ın arkadaşı.
Gezi’den içerde yatan Çiğdem Mater’in ve öteki Gezi tutuklularının arkadaşıydı.
Aynı Gezi sırasında onlarla kol kola halay çekmişti.
Eminim önceki geceden beri Silivri’de de çok insan onun sağlığı için dua ediyor.
Ama şundan da eminim.
O Sırrı Süreyya da bu barışma sürecinin Silivri’ye ulaşması için dua ediyordu.
O yoğun bakımda hayat mücadelesi verirken Meclis’te bir sürpriz oldu
Dün o yoğun bakımda yatarken onun yönettiği Meclis’te sürpriz bir gelişme oluyor ve Anayasa Mahkemesi’nin hapisteki Can Atalay’la ilgili kararı okunuyordu.
Ve Meclis Başkanlığı makamında oturan arkadaşı “Bu Sırrı Süreyya’nın da çok hoşuna gidecek bir gelişmedir” diyordu.
Ekrem İmamoğlu Silivri’den ona geçmiş olsun mesajı gönderirken, aynı zamanda Devlet Bahçeli’nin açıklamasını da olumlu bulduğunu söylüyordu.
Umutlanalım mı?
Bilmiyorum.
Çünkü kararların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alınmadığı bir dönemde yaşıyoruz.
Ama aklıma MHP Genel Başkan Yardmıcısı Feti Yıldız'ın bayramdan hemen önce yaptığı açıklama geliyor.
Bayramdan önce Silivri’deki belediyecilerin tutuksuz yargılanmasını ima etmişti.
Acaba bütün bunlar Sırrı Süreyya efekti mi?
Acaba diyorum içimden,
“Bu gelişmeler Süreyya efekti mi?”
Umutlu değilim ama iyi niyetli kalmaya gayret ediyorum.
Ve Allah Sırrı Süreyya’ya sağlık versin diyorum.
Önümüzdeki günlerde Sırrı Süreyya efektine çok ihtiyacımız olacak.
Yani dayan kardeşim.
Bu iş yarım kalmasın.
Selahattin Demirtaş’ın el yazısı ile yazdığı gibiyiz
Selahattin Demirtaş’ın dün cezaevinden el yazısıyla yazdığı mektuptaki gibiyiz.
“Seni seviyoruz Sırrı Abi…”
Ve emin ol, şu X çukurundan sana o iğrenç şeyleri yazanlara senin hiçbir şey demen gerekmez.
Biz tahmin edemeyeceğin kadar beterini diyoruz onlar için.