O sabah, Ara Güler'in, Galatasaray'daki evinin kapısı çalındı.
Ara Güler, kapıyı açtığında şaşırdı.
Karşısındaki, kırk yıllık arkadaşı Orhan Kemal'di.
Orhan Kemal hiç bu saatlerde gelmezdi ziyaretine.
Şaşırması o yüzdendi.
Onu içeriye buyur ettikten sonra; "E, hayrola?" demekten kendini alamadı.
"Ara, biliyorsun ki, gidiyorum..." diye açıkladı Orhan Kemal..
Biliyordu Ara Güler:
Birkaç güne kadar Bulgaristan'a ciddi bir ameliyat için gidecekti kadim arkadaşı.
"Oğlum, ne olur ne olmaz..." diye sözünü sürdürdü Orhan Kemal; "Bakarsın dönmeyiveririz gittiğimiz yerden!"
Ara Güler karşısında durmuş, bir şey söylemeden, dikkatle yüzüne bakıyordu.
"Gitmeden önce şöyle birkaç resmimi çeksen diyorum..."
Ara Güler sabahın yumuşak ışığını kaçırmak istemedi.
Hemen Leica'sını boynuna astı.
Yedek makaralar aldı yanına.
Birlikte İstanbul'un sokaklarına vurdular...
O gün saatler boyunca gezdiler, değişik yerlerde poz poz resimlerini çekti üstadın.
Orhan Kemal gitti ve dönmedi!
İçine doğmuştu, evet...
***
Bir gün Hürriyet Gösteri dergisinde kullanılmak üzere birkaç tane Orhan Kemal "fotografisi" getirmişti Ara Güler. Fotoğrafların hepsi birbirinden güzeldi.
Onlara bakarken; "Bu ne güzel fotoğraflar!" demekten kendimi alamadım.
Ara Bey'in yanıtı hazırdı:
"Ee tabii! Kırk yıllık arkadaşımdı yahu!"
İKİNCİ YAZI
GAZOZ SATAN ÇOCUK
Teyzesinin kocası eczacıydı.
Eczane, o, taşra kentinin işlek bir caddesi üzerindeydi. İşleri iyiydi.
O yaz tatilinde, eczacı enişte, eczanenin karşı kaldırımında bir tezgâh kurdu.
Burada kendi oğluyla birlikte, karısının yeğeni gazoz satacak, para kazanacaklardı.
Mevsim yazdı.
Bu Akdeniz kentinde havalar alev olup yakıyordu!
İnsanlar sıcaktan bunaldıkça, gazozcu arabalarına adeta saldırıyorlardı.
İşler iyi gidiyordu.
Ancak, eczacı eniştenin oğlu günlerini daha çok sayfiye yerindeki yazlık evlerinde geçiriyor; gazoz satışlarını kuzeninin üstüne yıkıyordu.
Kuzenin, bu duruma karşı çıkacak hali yoktu.
O, gün boyunca kaldırımın kıyısında bağıra çağıra gazozunu satıyordu.
Akşam olduğunda, eczacı enişte gelip şişeleri sayıyor; kazancın yarısına oğlu adına el koyuyor, yarısını da gazozcu çocuğa bırakıyordu.
Kazancıyla eve ekmek götürüyordu çocuk.
Bir gün beklenmedik bir şey oldu; mahalleden tanıdığı bir kız geldi yanına.
Konuşmaya başladılar.
Çocuk, yaşıtı olan bu kızdan hoşlanıyordu.
Onun böyle gelip kendisiyle konuşması, yüreğindeki gizli duyguları, çalkalanmış gazoz gibi köpürtmüştü...
Yoldan geçen insanlara gazoz satarken, bir şişe de konuğuna açtı.
Sonra bir gazoz da kendine...
Bir yandan gazozlarını içiyor, bir yandan da söyleşiyorlardı.
Şişeden yudum yudum içtiği gazoz değil, mutluluktu!
Bu mutluluk sarhoşluğu içinde, kızın yanaklarından öpmek geçiyordu içinden...
Kız gittikten sonra, içinde alevlenen duyguları bastırmak için bir gazoz daha açtı.
Akşam eniştesi gelip de boş şişeleri ve kazanılan parayı saydığında, açık verdiği anlaşıldı.
Bir güzel payladı çocuğu!
Paralara el koydu.
Gazoz sandığını eczaneye kadar taşıttırdı.
O akşam eve ekmek alamadan, suçluluk duyguları içinde döndü. Bir azar da annesinden işitti!
O çocuk, yazar Burhan Günel'di.