İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un, 5 Temmuz 2018 günü yaptığı, “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek...” açıklaması (Twitter paylaşımı) bu ülkenin kahir ekseriyeti üzerinde “siyasal ve kültürel” alanda oluşturulan (neredeyse 100 yıllık) baskı, zulüm ve ötekileştirme anlayışına atıf aynı zamanda bir meydan okuyuştu.
Altun, 7 Temmuz 2023 günü katıldığı bir televizyon programında, kendisine yönelik sistematik saldırıların fitilini ateşleyen bu açıklamasına da açıklık getiriyordu: “Mahalle baskısıyla kendinden olmayanı ötekileştiren, dışlayan, ona hakaret eden, ağır baskı uygulayan o linç kültürüne karşı, o linç kültürünün iktidarına karşı bizim kültürel çoğulculuğu savunmamız gerekir.”
Ülkenin neredeyse yüzde 75’ini potansiyel tehdit gören ve bu minvalde o yüzde 75’i kamusal ve özel alanlarında bilhassa da inancı ve kültürü üzerinden zorbalayan bu anlayış, AK Parti iktidarına kadar bir devlet politikasına dönüşmüştü üstelik.
Bu anlayışın izlerini silmek için atılan her adım, uygulanan her politika, çıkarılan her yasa ve yayınlanan her yönetmelik, AK Parti iktidarının ilk yıllarında bile inanılmaz blokajlara uğradı.
Vesayet uzantılarının bürokrasi çarkındaki hücreler eliyle uygulanan blokajlar yetmedi, iş AK Parti’nin kapatılması davalarına hatta e-muhtıralara kadar uzandı.
Elbette Fahrettin Altun’un işaret ettiği hatta “rest çektiği” o siyasal ve kültürel hegemonya iktidarının muhatapları yerel piyonları yöneten merkezlerdi.
İşte o resti gören merkezler hemen her fırsatta kullandıkları yerel piyonlar üzerinden Fahrettin Altun başta olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en yakın çalışma arkadaşlarını hedef alan saldırıların dozunu her geçen gün arttırdı. Bu saldırılar karşısında kollektif bir savunma ve eş zamanlı karşılık geldikçe bu sefer o ekip arasına o ekiplerin başında bulunduğu kurumlar arasına fitneler sokulmaya, o yakın çalışma arkadaşlarının arasına nifak tohumları ekilmeye çalışıldı. Bunda da genel olarak içerdeki nefes alan fitneleri, yürüyen fitneleri, koşan fitneleri kullandılar.
Bir gün İletişim Başkanlığı ile TRT hedef alındı, bu iki kurum ve bu kurumların yöneticileri birbirine düşürülmek istendi.
Bir gün RTÜK ile İletişim Başkanlığı hedef alındı, bu sefer RTÜK Başkanı ile İletişim Başkanı arasına fitne ekilmek istendi.
Kimi zaman TRT ve RTÜK karşı karşıya getirilmek istendi, TRT Genel Müdürü ile RTÜK Başkanı arasına fitne tohumu saçılmaya çalışıldı.
Fırsat buldukça Anadolu Ajansı da bu kurumlar ve kurumların yöneticileriyle çarpıştırılmaya çalışıldı.
En nihayetinde nefes alan, yürüyen hatta koşan fitneleri, fitne tohumlarını, “siyasal ve kültürel hegemonyanın yıkılması” sürecinde aksiyon almakta tereddüt dahi etmeyen ana karargahlara saçtılar.
Aslında maksat belliydi; bu kurumlar ve kurum yöneticileri arasındaki koordinasyon ve kollektif çalışma iradesini kırmaktı.
Başaramadılar. Başaramayınca daha da saldırganlaştı, doğrudan bu kurumların başındaki isimleri hedef almaktan imtina etmediler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği sayesinde, siyasette hayal bile edemeyeceği makamlara gelen ve dışardan kumanda edilen Bülent Arınç, kimi zaman nefes alan, kimi zaman yürüyen, kimi zaman da koşan fitnelerden biri oldu hep.
Gelin anlatayım nasıl olduğunu…
Mesela; 17 Aralık 2013 günü yani AK Parti iktidarını hedef alan jüristokratik darbe girişiminin yaşandığı gün, dönemin ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, AB üyesi devletlerin Ankara Büyükelçileriyle bir araya geliyordu. Ricciardone, ABD Ankara Büyükelçiliği yerleşkesinde öğle yemeğine davet ettiği AB elçilerine hitaben, “Bugünden itibaren bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” ifadelerini kullanıyordu.
ABD Büyükelçisi’nin “bir imparatorluğun yıkılışı” diye nitelendirdiği AK Parti ve Erdoğan’ı hedef alan FETÖ’nün jüristokratik darbe girişiminin kodları tartışılırken Bülent Arınç, Bursa’da yaptığı bir açıklamada, siyasetçi kimliğini öne çıkarıp, “Cemaatin yıpranması, Hocaefendi hakkında hiç de layık olmadığı eleştirilerin yapılması hiç hoş değildir” ifadelerini kullanıyordu. Bu arada Arınç’ın, 17/25 Aralık jüristokratik darbe girişiminden sadece 69 gün önce 9 Ekim 2013 günü, Türk Tarih Kurumu binasında ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone kapalı kapılar ardında bir araya geldiği ortaya çıkıyordu.
MİT Tırlarına yönelik Pensilvanya merkezli ihanet operasyonu sonrası başlayan ve 17/25 Aralık jüristokratik darbe girişimi ile kararlı bir politikaya dönüşen FETÖ ile mücadelenin yargı marifetiyle yürütüldüğü süreçte, 15 Kasım 2015’te Manisa’da düzenlenen bir FETÖ operasyonunda gözaltına alınanlar için bu sefer avukatlık kimliğini öne çıkararak, “Bu insanlar suç işleyemez” diyor ve “insanın cübbesini giyesi geliyor” ifadelerini kullanıyordu.
FETÖ’nün “kozmik oda”ya girme çilingiri de olan Bülent Arınç, fitnenin içerdeki nefesi, içerdeki yürüyeni hatta içerdeki koşanı olarak MİT Tırlarını hedef alan Pensilvanya merkezli ihanet operasyonu ile başlayan FETÖ ile mücadele sürecinin 15 Temmuz’a kadar ki her aşamasını itibarsızlaştırmayı amaçlayan açıklamalarıyla gündemden hiç düşmedi. Kimi önemli FETÖ’cüler için devreye girdiği akrabalık bağı bulunan kimi FETÖ mensuplarının tahliyelerini sağladığı da sürekli tartışıldı. İşte Arınç ve Arınç gibi içerdeki fitne odaklarının itibarsızlaştırmaya çalıştığı mücadele süreci devam ederken, örgüt 15 Temmuz hain darbe girişimini gerçekleştirdi.
15 Temmuz’dan sonra FETÖ’nün silahlı terör örgütü olduğu iddialarına inanmadığı için kendisine ahmak denilebileceği minvalinde açıklamalarda bulunan Arınç, bir süre sonra örgütle mücadelenin KHK ayağına yönelik itibarsızlaştırma operasyonunun aparatı olmaya başladı. 15 Temmuz’dan sonra nedamet getiren Arınç’ın yerini bu kez de KHK ile ihraç edilen FETÖ’cülere sahip çıkan hatta onlardan “özür dileyen” Bülent Arınç aldı.
15 Temmuz’a kadar ki tavrı için 15 Temmuz’dan sonra yaptığı açıklamada “ahmaklık” tanımlaması yapan Bülent Arınç şimdi de Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk örgütü ve liderini savunmaya geçen savunma yetmemiş gibi adeta yolsuzların ve hırsızların önüne yatan yeni bir “ahmaklığın” pençesinde.
Arınç, bir televizyon kanalında katıldığı programda, İBB’deki milyarlarca liralık örgütlü yolsuzluk operasyonunda “örgüt lideri” olarak gözaltına alınıp tutuklanan aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’ne usulsüz bir şekilde geçiş yaptığı için diploması iptal edilen Ekrem İmamoğlu’nu sahiplendi.
Arınç soruşturmayı bir kumpas olarak nitelendirirken, “İmamoğlu’na bir kumpas kurulduğu düşüncesine sahip olanlar var, çok haksız sayılmazlar” ifadelerini kullandı.
İmamoğlu’nun diplomasının usulsüz geçiş sebebiyle iptal edilmesine yönelik olarak da “hayret ediyorum” dedi. Çok şaşılacak bir durum değil zira… Aynı Bülent Arınç, KPSS sorularını çaldığı için haklarında soruşturma açılıp operasyon düzenlenen FETÖ’nün baş hırsızlarına da siper olmuş, onlar için “cübbesini giyesi geldiğini” ifade etmişti.
Burada dikkat çeken bir başka husus ise; Arınç’ın aynı televizyon programında İletişim Başkanı Fahrettin Altun’u hedefe koyması oldu.
Arınç, Beşiktaş başta olmak üzere İstanbul’daki kimi CHP’li belediyelere yönelik operasyonlardan sonra medyada uzun süre dillendirilen “turpun büyüğü heybede” ifadelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kullanması için;
“Turp metaforu olsa olsa Fahrettin Altun’un bulduğu bir şeydir.
Ne diyeyim yani…
Her işin başında o var” ifadelerini kullandı. Yetinmedi, liderlik gücünün gölgesinde her makama geldiği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için de “zerzevatçı” tanımlaması yaptı. Belki kimileri için Cumhurbaşkanına yönelik bu sözler “vefasızlık” parantezine hapsedilebilir ama değil. Bu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik içinde biriken hasetliğin kin ve öfkenin patlaması…
Bir fikri tazeleme yapacak olursak; FETÖ’cüler ve FETÖ hücrelerinin İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a yönelik ilk saldırılarının fitilini ateşleyen şey İletişim Başkanlığı binası olmuştu.
Öyle ki FETÖ’cüler geçmişte Erdoğan nefretleri nedeniyle Erdoğan için elebaşının deyimiyle “Uzun Adam” tanımlaması yaparken İletişim Başkanlığı için de “Uzun Bina” ifadelerini kullanıyorlardı.
Peki sırrı ne İletişim Başkanlığı binasının, yani “Uzun Bina”nın?
İletişim Başkanlığı’nın kullandığı bina, FETÖ’nün ülkeye ihanet edecek “mankurtları” yetiştireceği yurt olarak planlayıp yaptığı bir bina.
15 Temmuz’da el konulup daha sonra da İletişim Başkanlığı’na tahsis edilmişti.
Şimdi dönelim MİT tırlarına ihanet operasyonundan 15 Temmuz gecesine kadar karşımıza çıkan, 15 Temmuz travması atlatıldıktan sonra da örgüt mensuplarının kamudan ihracı için çıkarılan KHK’lara arşı en büyük itibarsızlaştırma operasyonlarına imza atarak örgüt mensuplarının adeta önüne yatan Bülent Arınç profiline.
Bu profillerle karşımızda duran Bülent Arınç’ın Cumhuriyet tarihinin en büyük örgütlü yolsuzluğuna yönelik operasyonun “örgüt liderine” aynı şekilde soru hırsızı FETÖ’cülerin önüne yattığı gibi binlerce kişinin hakkını gasp ederek usulsüz geçişle diploma alan Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkmak için İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a saldırısı elbette tesadüf değil.
Siz “Uzun Binanın” intikamı deyin ben kumanda edildiği merkezlerin yüklediği yeni fitne operasyonunun icrası deyim ama Arınç’ın son çıkışı asla tesadüf değil. Bu çıkış “içerden gelecek” yeni bir ihanet sürecinin fitilini ateşlemeydi bence…